![]() |
![]() |
|
#1
|
|||
|
|||
![]() James Mangold bugüne kadar hangi türe elini attıysa alnının akıyla çıkmış bir isim. Genç yaşında dram, gerilim ve biyografi gibi birbiriyle ilişkisiz türlerde kalburüstü filmlere imza atan Mangold'un, Western türünde nasıl bir işe imza atacağı merak konusuydu. Üstelik Western sinemasının üzerindeki ölü toprağının bir süre önce sirkelendiği ve türün kurallarının günümüzde ağırbaşlı bir formasyon değişikliği yaşadığı gerçeğini göz önünde bulundurursak Mangold'un işi daha da zorlaşıyordu. Fakat Mangold 'Yuma'da türe o kadar hâkim ve kendisinden o kadar emin ki, bizim zor olarak atfettiğimiz işin üstesinden kolayca geliyor. Genç yönetmen, 50 yıl öncesine ait bir filmin yeniden çevrimini yaptığı işinde bugün klasik olarak andığımız birçok western filmini kendisine referans alarak vizyonunu oldukça geniş tutuyor. Örneğin 'Yuma' birçok yönden Howard Hawks'ın başyapıtı 'Rio Bravo'ya benziyor. 'Rio Bravo'da John Wayne'in, hapishanedeki mahkûmu kurtarmak için seferber olan çeteye karşı verdiği mücadele ile Christian Bale'in kaderi birçok yönden birbirine benziyor. Mangold filmde kısa rolleri olsa da şerife Kane, şerif yardımcısına ise Harvey Pell isimlerini vererek Zinnemann'ın 'High Noon' filmine açık bir gönderme de bulunuyor. Fakat önemli olan filmin geçmişe ait parçalarından ziyade, bugüne özel yanları. 'Yuma' birçok Westernin aksine iç savaşa ait bir dönem filmi değil de, iç savaş sırasında geçen çağdaş bir film. Seçilen renkler ve oluşturulan görsel yapı, filmin zamansızlık hissini perçinlemeye fazlasıyla yetiyor. 'Yuma' da her western gibi "erkek olmayı" sorguluyor. Bu noktada "erkek olmak"la neyi kast ettiğimizi açıklamamız lazım. Öncelikle yönetmenin kendi ağzıyla da belirttiği gibi "bu babalar ve oğullar hakkında bir film". Öte yandan ailede babanın mübarek görevleri konusunu bir yana bıraktığımızda 'Yuma'nın esas meseleleri iyilik, şeref ve adalet. Bu soyut kavramları, karakterleri üzerinde somutlaştırmaya çalışan film; iyi, kötü ve çirkin olan nedir sorularıyla var oluşçu bir tavır takınıyor. Filmin bu felsefi tavrı hiç kuşku yok ki onu son dönemin bir başka alaka çekici westerni 'The Proposition'a yakınlaştırıyor. Russell Crowe'un canlandırdığı Ben Wade'in kötü imajının ardında, kendi adaletini ilkel yollardan sağlayan adam ruhu bir insanın saf iyi veya saf kötü olamayacağının manifestosu oluyor. Ki yönetmen de verdiği röportajlarda "filmlerde iyi ve kötü yoktur" sözleriyle bu tezimizi destekliyor. Gerçekten de Christian Bale'in canlandırdığı Dan Evans'in kusurlu karakteri, filmin iyi ve kötü ayrımında çok uç noktalara kaymadan ayakları yere sağlam basan bir zıtlık kurmasını sağlıyor. Fakat iki adam iyilik ve kötülük konusunda birbirine çok yakın da olsa, kötü olanın yaşadığı keskin dönüşüm filmin inandırıcılığını bir nebze de olsa zedeliyor. Filmin asıl kötü adamı Charlie Prince'in de yeterince sinir bozucu olmaması, üzerinde çarmıha gerilmiş İsa ikonu olan bir silahla hak yerini bulduğunda bile bir ferahlama hissinin doğmamasına sebep oluyor. Ancak 'Yuma'nın asıl takdir edilesi yanı görüntü yönetiminde. Özellikle filmin başlarındaki mitralyözlü soygun sahnesi ve finaldeki çatışma bölümü gerçekten görülmesi gereken cinsten. Aynı zamanda filmin etkili ses çalışması da, bu sahnelerin gerçekçilik tonunu destekler nitelikte. Dolayısıyla erkek seyirciye biraz daha çok hitap etse de, 'Yuma' ilgisini çeken herkes tarafından sinema salonunda görülmesi, duyulması ve ardından konuşulması gereken bir film. |