![]() |
![]() |
#1
|
|||
|
|||
![]()
MODERNLERİN SAHTE KUTSALLARI
Hakikat nedir? Yaratışın özgün saflığında insan iyinin ve kötünün ötesinde yaşamıştı. Başka bir ifadeyle takdis edilmiş bir ayrılık içinde doğru ve yanlışın, iyi ve kötünün, hak ile zulümün (ayrı oluşlarının) bilinçsizliğinde..(Ne müthiş bir açıklama) Sekülerleşmiş insan, bugün için böyle bir vatandan son radde uzakta yaşamaktadır. Onun için doğru, iyi ve hak, başlangıçtakinin tam bilakis çabuk problemler ve yakıcı sorunlar olarak sürekli önündedir. Doğrunun bir yalan olmamasını, iyinin kötüye dönüşmemesini, zulmün adaletin yerine ikame edilmemesini ve insan hayatının kaos içinde yuvarlanmamasını garanti eden üstün bir ilke var mıdır? Sekülerleşmiş dünyamızda hiç kimse doğru ve yanlış iddiaların varlığını inkar edemez, bununla beraber birisinin doğru olarak adlandırdığı şey mutlak geçerli biçiminde de görülemez. Hakim kavrayış, doğrunun rölatif olduğu ve herkesin onu kendi modasına uydurduğu yönündedir; Halle ve Jenna'da olduğu gibi Heidelberg'de de olan kötü bir şakadır bu. İnsan Krallığı'nda her şey sabit olmaktan çok uzaktadır. Herhangi birşey biran için "bilimsel olarak okey" biçiminde bir onaylama ile ya da halka ait yürürlükteki iradenin bir ifadesi olarak seçilenlerin icraati ile kesilip atılmaktadır ve bu ikincisi oy sandığında, başka bir ifadeyle efkar-ı amme havuzunda tecelli etmektedir. Çünkü sistemin esas kuralı insanın nihayetsiz egemenliğidir ve dolayısıyla hiçbir dış güç ona hiçbirşey dayatamaz. İşin özüne inersek neyin doğru, neyin hak ve neyin iyi olduğunu belirleyecek olan insanın duyumsal organlarının dile getirdiklerinden başkası değildir. İnsan Krallığı'nın bayrak taşıyıcıları tüm bunlara rağmen bir absolutum bir mutlak gerçeklik üzerine çalışmakla meşguldürler. Maddi dünyada yaratılan bu mutlak gerçekliği biz duyularımızla tecrübe ederiz ve gerçek olarak deklare edilecek olan da bundan başkası olamaz. Seküler insanın mutlak olarak kavradığı bu gerçeklik, vakit ve mekanla sınırlı, aynı zamanda tüm tezahür biçimleriyle relatif algılanan duyularımızla yakaladığımız bir gerçeklik olarak yaşanır. Sorulması gereken sorular şunlardır: peki gerçeklik aynı anda mutlak ve relatif olabilir mi? Değilse bile, yerküre üzerinde profan insan tarafından hayata geçirilen hakikatin ve ahlakın relativizmi günün birinde ulaşılabilecek bir model ya da mutlak bir amaç olabilir mi? Elbette seküler insan içinde yaşadığı duyumsal gerçekliği mutlak olarak tanımlarsa bunun çelişkili bir anlatım olduğu çok rahatlıkla söylenebilir. Çünkü söz konusu gerçeklik aynı zamanda bütünüyle relatiftir. Hakikatin aşkın kaynağı olan Yaratıcı reddedildiği vakit profan bir düşünceyle düşünecek olursak geriye hakikati bu deni dünyada "aramaktan" başka seçenek kalmayacaktır. Ve hakikat, bundan böyle bizzat Tanrı olan kaynağında ikamet etmediğinde ve varlık-öncesi olmadğında, insan gerçekten onu "önünde" bir yerlerde ulaşılabilecek bir şey gibi algılamaktan başka çare bulamayacaktır. İnsan Krallığı'nda hakikat arayışının operatif bir sürece dönüşmesi bu sayede sağlanmıştır. Pozitivizm ve Marksizm bunun akabinde sundukları operatif süreçleri ile kendilerini bizim tecrübemize sunan iki yol olup çıkarlar karşımıza. Pozitivizmde hakikatin ilham olunan bir altın damarı değil, varlığın parçaları gibi saçılmış altın parçacıklarından oluşan bir yığın şeklinde anlatıldığı geç Antik Stoizm'den miras alınmış bir temsil vardır. Bu hakikat kavrayışı daha sonra Burjuva Liberalizm'i tarafından da benimsenecek ve özgürlüğün Batı'da bulduğu ifadenin bir parçası olacaktır. Bu düşünce içinde hakikatin ve yalanın fragmanları her vakit birbirine karıştırılır ve sorun, hakikatin asil ve altın rengi buğdaylarını kötüleri arasından seçip alma sorununa dönüşür. Sonu gelmez tartışmalar, özgür bilimsel araştırmalar ve sürekli bir seçme süreci sayesinde hakikat de, altın rengi buğday gibi, ilerlemeci pozitivist zihniyet içinde ayıklanacaktır. Bilimsel pozitivizm, Antik Çağ'daki atomik teoriden bile kendisine destek bulacaktır. Epicurus, hiç durmayan hareketleri içinde atomların, eğer hareketleri onları birleştirecek aynı noktaya yaklaştırıcı (convergent) bir eğilim taşımıyor olsalardı, vücut oluşturmak amacıyla birbirleriyle hiçbir vakit karşılaşmayacaklarını ve birleşmeyeceklerini düşünüyordu. Varlığın muammalarını çözmek için çağdaş ilim kapasitesi içinde, son iki yüzyılda çokça dile getirilen bu inancın sadece saf bir psikolojik bakış açısından anlaşılması, eğer altında duyumsal dünyanın yakınlaşma eğilimine ilişkin hipotez ifadeleri ve umutları olmasaydı, çok zor olurdu. Bazen az ya da çok açık ifadelerle dile getirilecektir bu inanç. Kendisini lüzumsuz spekülasyonlarla sınırlandırmayan nobel ödülü kazanmış fizikçi Werner Heisenberg, çağdaş fiziğin dünyamızı birliğe götürecek bir tarihsel süreç içinde bir dişli olabileceği umudunu anlatım ederek doğa bilimlerinin, hatta insanın kültürel ve diğer uğraşlarının bile, nihayetinde düşünce ve eylem, aktivite ve meditasyon arasında yeni bir denge haline katılacağını ümit edecektir. |