Forumbulteni.Com     forum  

Geri Git   Forumbulteni.Com > >
Yardım Topluluk Ajanda Bugünki Mesajlar Ara

Cevapla
 
Seçenekler Stil
  #1  
Alt 10.Nisan.2019, 19:39
Belinda Belinda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Moderator
 
Üyelik tarihi: 14.Ocak.2019
Mesajlar: 272
Standart Dil Ve Söylence

İNSAN ÜSTÜNE BİR DENEME - DİL

DİL VE SÖYLENCE

Dil ve söylence (mythos) yakın akrabadırlar. İnsan kültürünün ilk evrelerinde dil ve söylencenin ilişkisi öylesine yakın ve işbirlikleri öylesine apaçıktır ki birini ötekinden ayırmak derhal derhal olanaksızdır. Onlar bir ve aynı kökten çıkan iki ayrı girişimdirler. İnsana rastladığımız her yerde onu konuşma yeteneğine sahip ve söylence yapma işlevinin etkisi altında buluyoruz. Bu nedenle insanbilimsel bir felsefenin bu açıkça belirtilmiş insansal özelliklerin her ikisini de ortak bir başlık altında toplâması imrendirici :bir işti. Çok kez bu yönde girişimlerde bulunulmuştur. F. Max Müller, içinde söylencenin yalnızca dilin bir yan ürünü olarak açıklandığı ilginç bir kuram geliştirmiştir. 0, söylenceyi nedenleri konuşma yeteneğinde aranması gereken bir tür düşünsel hastalık olarak kabul etmişti. Dil, gerçek doğası ve özü gereği eğretilemelere(istiare) dayanır. Nesneleri . doğrudan doğruya betimleyemediği için dolaylı betimleme biçimlerine, belirsiz ve iki anlamlı terimlere başvurur:.İşte Max Müller'e göre söylence, kökenini dildeki bu belirsizliğe borçlu olup düşünsel besinini her zâman bu belirsizlikten sağlamıştır.

Müller diyor ki: Söylencebilim (mitoloji) sorunu gerçekte bir ruhbilim sorunu ve ruhumuz genellikle dil aracılığıyla nesnelleştiği için dilbiliminin bir sorunu haline gelmiştir. Bu benim söylenceyi bir düşünce hastalığı yerine neden... bir dil hastalığı olarak adlandırdığımı açıklayacaktır... Dil ve düşünce birbirlerinden ayrılamazlar. ve... bu nedenle de bir dil hastalığı bir düşünce hastalığının eşidir. En yetkin Tanrıyı her türden suçu işleyen, insanlar tarafından aldatılan, karısına kızan ve çocuklarına karşı çok katı olan bir varlık olarak tanıtmak hiç kuşkusuz bir hastalık belirtisi, düşüncenin alışılmamış koşulu ya da daha açık konuşursak gerçek .bir çılgınlıktır... Söylencebilimsel hastalığın bir örneğidir.

Antik dil, özellikle dinsel amaçlar için kullanılması güç bir dildir. İnsan dilinde soyut kavramları eğretilemeler olmaksızın dile getirmek olanaksızdır. Ve eğer antik dinin tüm sözlüğü eğretilemelerden oluşmuştu dersek durumu pek abartmış sayılmayız... İşte gerek dinde gerekse antik dünyanın söylencebiliminde yer almış. olan pek çok yanlış anlamaların değişmez kaynağı buradadır ama, bir esas insan etkinliğini yalnızca bir bozukluk, bir düşünsel hastalık türü olarak görmek pek müsait bir yorum olarak kabul edilemez. İlkel anlığına göre söylence ve dilin ikiz kardeşmişler gibi ele alındığını görmemiz için bu türden tuhaf ve zorlanmış kuramlara gereksinmemiz yok, Söylence de dil de insanlığın çok umumi ve çok önceki bir deneyi üzerinde temellenirler. Bu tecrübe fiziksel olmaktan çok toplumsal özellikte bir deneydir. Çocuk daha konuşmayı öğrenmeden çok önce başka insanlarla bildirişmenin daha kolay araçlarını bulmuştur. Organik dünyanın tümü için de bulduğumuz rahatsızlık, acı, açlık veya, korku sesleri çocukta yeni bir biçim almaya başlarlar. Onlar artık kolay içgüdüsel tepkiler değildirler. Çünkü daha bilinçli ve isteyerek kullanılırlar:.-Çocuk yalnız bırakıldığında aşağı yukarı anlaşılabilen seslerle annesini veya dadısını ister ve bu isteklerinin istediği etkiyi yarattığının bilincine varır. İlkel insan bu ilk esas toplumsal deneyi doğa bütünlüğüne aktarır. Onun için doğa ve cemiyet yalnızca en yakın bağlarla içten bağlantılı olmakla kalmazlar aynı zamanda uyumlu ve ayrılamaz bir bütün oluştururlar: Bu iki alanı ayıracak hiçbir kati sınır çizgisi yoktur. Doğanın kendisi yaşamın toplamından başka bir şey olmayan büyük bir toplumdur. Bu açıdan ele alındıkta büyülü sözcüğün kullanımını ve özgül işlevini kolaylıkla anlayabiliriz. Büyüye inanma, yaşam dayanışmasına duyulan derin inanç üzerinde temellendirilmiştir. İlkel anlığı için sözcüğün sayısız durumlarda denenmiş olan toplumsal gücü; doğal, giderek doğaüstü bir güç haline gelir: İlkel insan, kendisini,her türden görünür ve görünmez tehlikelerle çevrelenmiş hisseder. O, bu tehlikeleri yalnızca fiziksel araçlarla alt edebileceğini umamaz. Dünya, ona göre cansız veya lal bir şey olmayıp, işitebilen ve anlayabilen bir şeydir. Bu nedenle doğanın güçleri eğer kendilerinden müsait şekilde istenirse yardımlarını esirgemezler. Hiçbir şey büyülü Sözcüğe karşı duramaz, carmina ved coelo possunt deducere lunam*.(ilahiler gökten ayı bile indirebilir).

İnsan, büyüye giden yolu engelleyen ama aynı zamanda bir başka ve daha ümit verici bir yol açan yeni bir tinsel güç geliştirmemiş olsaydı bu zorlukları derhal derhal hiç yenemeyecekti. Doğaya büyülü sözcük aracılığıyla boyun eğdirtmek umutlarının tümü boşa çıkmıştı. Ama bunun sonucu olarak insan, dil ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi daha başka bir ışık altında görmeye başladı. Sözcüğün büyüsel işlevi ortadan kalkmış ve yerine anlambilimsel işlevi geçmişti. Sözcük artık giz dolu güçler taşımıyordu; artık doğrudan doğruya fiziksel ya da doğa-üstü bir etkisi yoktu. Nesnelerin doğasını değiştiremediği gibi tanrıların veya demonların istencini de zorlayamıyordu. Bununla beraber o, ne anlamsız ne de güçsüzdü. Yani, yalnızca bir Flatus vocis, salt bir hava soluğu değildi. Ama kati özelliği fiziksel olmayıp mantıksal öz yapısı. Fiziksel yandan sözcüğün güçsüz olduğu öne sürülebilir, ancak mantıksal yönden o, daha yükseğe gerçekten en yüksek yere çıkarılmıştır. Logos (söz) evrenin ve insan bilgisinin ilk ilkesi olmuştur.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
dil, söylence


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB kodu Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Açık

Forum Jump


Tüm Zamanlar GMT Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 19:53.


mersin escort alanya eskort