Forumbulteni.Com     forum  

Geri Git   Forumbulteni.Com > >
Yardım Topluluk Ajanda Bugünki Mesajlar Ara

Cevapla
 
Seçenekler Stil
  #1  
Alt 10.Nisan.2019, 20:12
Belinda Belinda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Moderator
 
Üyelik tarihi: 14.Ocak.2019
Mesajlar: 272
Standart Doğa Felsefesi

Doğa Felsefesi

Doğa Felsefesi
Vikipedi, özgür ansiklopedi
İlk insan topluluklarının doğaya bakış açılarından başlarsak, onlar tam anlamıyla doğanın bir parçasıydı. Acıkınca aş ararlar, tehlikeyle karşılaşınca kaçarlar yani yaşamlarını ve ırklarını devam ettirme güdüleriyle yaşarlardı. Bilgi düzeyleri yetersiz olduğundan doğaya tesir edemedikleri gibi doğrudan doganın etkisi altında idiler. Dolayısıyla doğanın kurallarına uyarak doğal bir yaşam yaşadılar. Fakat vakit içerisinde insanın doğa ile olan bütünlüğü ortadan kalkmaya başladı.
Peki sebep insan doğadan koptu?
Çünkü insan biyolojik evrim sonucunda kendine dışarıdan bakabileceği, duygulardan uzak, mantık kurallarına baglı bir beyine sahip oldu. Bu beyin ona kendini savunmasında ve barınmasında etkinleşme şansını verdi. İnsanoğlu kapasitesinin farkına vardı ve bilgi düzeyinin arttırmasıyla organik toplumlarda bir değişim süreci başladı. Avcılık ile insan doğa karşısında etkili olabildiğini gördü. Ayrıca şehirlerin ortaya çıkısı toplumsal yapı nın kökünden sarsılmasına sebep oldu. Varolan kadın-erkek eşıtliğinin erkek lehine değişmesini sağladı. Evde de ekonomide de toplumsal işbölümü geleneksel eşitlikçi özelliğini kaybetti ve hiyerarşik bir şekil kazanmaya başsladı. Bu vaziyet yalnızca toplumsal alanda etkili olmakla kalmadı; aynı zamanda insan doğa ayrımının daha da belirginleğmesine sebep oldu.
İlk çağlarda özellikle Yunanlı filozoflar doğa üzerinde yoğun bir sekilde düşünmeye başladılar. Doğayı ve insanın doğa içerisindeki yerini kavramaya çalıştılar. Karmaşayı, düzensizliği ve vahşi yaban hayatını temsil eden doğaya karişı, düzenliliğe, birliğe, uyuma ve sürekliliğe sahip "polisler", ilkçağ Yunan toplumlarında insanların yaşadığı korunaklı, güvenli ve korunması gereken şehir devletleriydi. Yani insan mücadele içinde oldugu doğadan ayrı ve kopuktu. Feodalizmin yargıç oldugu Ortaçağ'da insanıin doğayı algılayışında pek bir değişiklik olmadı. Şehir devletleri imparatorluklara, sahip olduğu tebaasını ve doğayı daha sistemli ve verimli sömüren devasa devletlere dönüştü. Fakat aydınlanma dönemi doğayı algılayış açısından bir dönemeçti. Çünkü "mekanist görüsü" gelistirdi.

Doğa felsefesi, felsefe tarihinde ilk çağ Yunan felsefesinin başlagıcında merkezi tema olarak doğanın ele alındığı felsefe yönelimidir, daha sonra çeşitli biçimlerde sürmüş, yeni nitelikler kazanmış ve yeniden değerlendirilmiştir.

Doğa Felsefesinin Ana Problemi
Varolanların nedenin ne olduğunun araştırılması ve bu yönelimle doğanın düşüncenin esas meselesi olarak düşünülmeye başlanması doğa felsefesinin çerçevesini oluşturmuştur. Din ve mitolojinin dışına çıkarak varolanların ve nedenlerinin araştırılmasını başlatan Thales olmuştur.
Thales bu anlamda felsefenin babası sayılmakta ve onunla başlayan felsefi düşünce de doğa felsefesi ya da varlık felsefesi olarak değerlendirilmektedir. Thales'i Anaximandros, Anaximenes gibi isimler izlemiştir. Farklı şekillerde içerilendirmiş olmakla birlikte, doğa filozofları, umumi bir yaklaşım biçimini benimsemişlerdir; bu yaklaşım biçimi de doğayı incelediklerinde karşılarına çıkan çokluk ve onun temeleinde olduğunu ve ondan kaynaklandığını düşündükleri esas kaynak (arkhe) düşüncesinden kaynaklanmıştır. Doğa felsefesinin bu anlamda esas prensibi, dış dünyadaki varlıkların kendisinden doğup geldiği ilk maddenin bulunması ya da belirlenmesidir.
Thales için ana mdde su 'dur; belirli bir maddedir. Anaksimandros bunu ebedi olan ile değiştirir, cünkü su kalite ve nicelik bakımından sınırlıdır; her şeyin kedisinden çıkıp geldiği kaynak ebedi olmalıdır ona göre. Bu belirsiz ve soyut varlık ilkesini apeiron olarak belirtir. Onun öğrencisi olan Anaksimenes'de, arkhe'nin birlik ve sonsuzluk niteliğine sahip olması gerektiğini öne sürer; ancak buradan itibaren hocasında ayrılarak daha çok Thales'e yakın bir düşünce geliştirir. O da Thales gibi anamaddeyi belirli bir madde olarak değerlendirir; ona göre arkhe hava'dır. Hava hem somut belirli bir varlıktır, hem de soyut sınırlanamaz bir varlıktır. Hayatın ve ruhun esas maddesidir hava.
Böylece belirli tarzda bir maddecilik anlayışı da belirginleşmeye başlar. Daha sonra bu giderek soyut düşüncelere doğru evrilecektir.
Pisagorcularda örneğin anamadde ya da varlığın temeli sayı oarak belirtilecektir. Elea Okulu'nda Bir Olan diye adlandırılan tek ve değişmez ilke öne çıkacaktır. Empedokles bu iki yöndeki gelişmeleri birleştirmeye çalışan bir ana ilke arayışında olmuştur. O esas ögelerden ya da elementlerden bahseder ve ona göre bunlar hava, toprak, su ve ateş olarak belirtilirler. Bu dört element evrenin yapısının unsurlarıdır. Onların birleşmeleri ya da dağılmalarından diğer her şey meydana gelir. Anaksagoras düzenleyici bir ilke düşüncesini de işin icine katarak oluşun esas ilkesini nous olarak belirtir.

Farklı Okullar
Sokrates öncesi felsefe içinde doğa felsefesi çok önemli bir yer tutar; ilk doğa filozoflarından sonra doğa felsefesinin felsefi problemini sürdüren başka okullar da meydana gelmiştir. Bunları şöyle belirtmek mümkün:

Milet Okulu: Thales, Anaksimandros, Anaksimenes.
Pisagorculuk: Pisagor
Elea Okulu: Parmanides, Zenon
Efes Okulu: Heraklitos
Atomculuk: Demokritos
Çoğulculuk Okulu: Empedokles, Anaksagoras
Bu okulların tamamı birbirnden farklı ve temelde zıt görüşlerden devinim etmiş ve birbirleriyle tartışma halinde olmuşlardır. Ancak temelde varlık problemi merkezi bir mevzu, bahis olarak hepsinde sürdürülmüştür. Örneğin Milet okulu esas maddenin ne olduğuna bir yanıt ararken, Pisagorcular form üzerine ağırlık vermişler; Heraklitos ve Elea okulu değişim problemi ekseninde yoğunlaşmış; Çoğulcular ve Atomcular ise çokluk ve maddesellik ekseninde esas varlık ya da varlığın temeli sorununa cevaplar vermeye girişmişlerdir. Doğanın ve evrenin, bu temelde varlığın ve yaşamın temelinin açıklanması girişimi ortaya konulmuştur.

Modern Doğa Felsefesi
Ortaçağ'ın sonundan itibaren Rönesans'la beraber hem felsefe alanında yeni bir canlanma meydana gelmeye başlamış, hem de bilimler de önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu dönemde doğa bilimleriyle doğa felsefesini birbirinden ayırmak olanaklı görünmemektedir. Kopernikus ile beraber yeni bir dünya ve evren kavrayışı ortaya çıkmış, bunun devamında doğa felsefesi yerini giderek doğa bilimleri denilen alana bırakmaya başlamıştır. Böylece doğa ve evrene ilişkin felsefi yaklaşımların, soyut arkhe arayışının yerini somut bilgiler, gözlem ve tecrübe merkezli aıklamalar almaya yönelir. Bu süreçte özellikle ortaçağdaki doğa felsefesi anlayışıyla bir hesaplaşmaya girildiği ve doğa bilimlerinin bu hesaplaşmanın sonucunda geliştiği söylenebilir. Her alanda olduğu gibi bilimin gelişmesi, özelliklede bu gelişmenin felsefenin içinden gelerek meydana gelmesi, felsefe ile ilim arasındaki ayrımın nasıl konulacağı sorununu gündeme getirmiş, doğa felsefesi ile doğa bilimleri arasındaki ayrım konusunda bu özellikle belirgin bir mesele olarak ortaya çıkmıştır. Francis Bacon, Kepler, Laplace gibi alim düşünürler bu sürecin önemli isimleri olmuşlardır. Doğa felsefesi bu sürecte bir tür felsefi materyalizm biçimine de bürünmüştür.

Doğa Felsefesi ve Doğa Bilimi
Doğa felsefesi ve doğa bilimi 17. yüzyıla gelinceye kadar birbirinden ayrılan alanlar değildir; hatta bu alanlar arasında açık ayrımlar yapma konusunda süregiden sorunlar sözkonusudur. Çoğu vakit ve çoğu yerde doğa felsefecisi aynı zamanda fizik ya da diğer doğal ilim alanlarıyla da ilgilenen hatta onlar üzerinde otoriteye sahip olan bir kişiydi. 17. yüzyıldan itibaren felsefe ve ilim alanları birbirinden ayrışmaya ve bilimler kendi alanlarında daha da özerkleşmeye başlamasıyla doğa felsefesiyle doğa bilimlerinin ayrışması sorunu da gündeme geldi. Bu bir anlamda iki farklı bilgi türü arasında yapılması beklenen bir ayrımdı; ancak tekrar de bu ayrım her vakit açık seçik değildir. Modern doğa biliminin aldığı biçim ve geldiği bilgi düzeyi, belirli bir tarihsel dönemde bu ayrımı koşullandırmıştır. Özellikle Galileo ve Newton ile bu gelişmenin ortaya çıktığı saptanabilir; belirli bir yöntemle bir anlamda ilim empirikleşiyor, gözlem ve tecrübe önemli bir nitelikle öne çıkıyordu. Felsefe ise spekülatif bir görünüme bürünüyordu bu gelişmeler karşısında. Bu eksende giderek bir ayrışma meydana gelmiş olsa da felsefe düzeyinde doğa bilimi ile doğa felsefesini ayrıştırmanın açık ve kati bir şekilde görünebildiğini söylemek zordur.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
doğa, felsefesi


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB kodu Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Açık

Forum Jump


Tüm Zamanlar GMT Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 15:39.


mersin escort alanya eskort