Maya Mitolojisinde Yaratılış Efsanesi
Maya Mitolojisinde Yaratılış Efsanesi Mayalar, diğer Amerika halklarından (İnkalar ve Aztekler) düşünce, sanat, din bakımından çok üstündüler.15. ve 16. yüzyıllar arasında yaşamışlardı. Yaklaşık 110 adet şehirleri vardı. Dinlerine dair biraz daha değinecek olursak, Mayaların yüzü aşkın tanrısı olduğunu söyleyebiliriz. Bugün, bunların yaklaşık kırk tanesi biliniyor. Aşağıda, önemli tanrıları inceleyeceğiz. Her dinde olduğu gibi, Maya dininde de bir yaratılış hikâyesi vardır. Mayaların Yaratılış Efsanesi ise Maya Mitolojisine göre aşağıdaki gibidir; Maya dininin yaratılış efsanesini, Popol Vuh isimli bir mübarek kitaptan öğreniyoruz. Popol Vuh, bugüne kadar bulunan en büyük Maya belgesidir. Popol Vuh, 17.yüzyıl civarında çevrilmiştir. Yaratılış efsanesi, dünya yaratılmadan önceki şeyleri anlatarak başlar: Başlangıçta ebedi karanlığın içinde yalnızca yukarıda gökyüzü, aşağıda deniz vardı. Hareket edecek ya da gürültü yapacak hiçbir şey olmadığı için sakin ve sessizdiler. Yeryüzü henüz sulardan yükselmemişti. Otlar ve ağaçlar, taşlar, mağaralar ve koyaklar, kuşlar ve balıklar, yengeçler, hayvanlar ve insanlar daha yaratılmamıştı. Kükreyecek ya da gürleyecek hiçbir şey yoktu, çünkü yalnızca yukarıda boş gökyüzü ve aşağıda sakin deniz vardı. Daha sonra yaratıcılardan bahseder: Suyun içinde yeşil ve mavi tüylerin altına yaratıcılar gizlenmişti. Bu büyük düşünürler suyun içinde sessizce konuştular. Evrende gecenin ebedi karanlığında yalnızdılar. Beraber ne olacağına karar verdiler. Beraber yeryüzünün sulardan ne vakit yükseleceğini, ilk insanin ve tüm diğer canlı türlerinin ne vakit doğacağını, bu canlı varlıkların yaşamak için ne yiyeceklerini ve şafağın dünyayı nefes ışık seline ilk ne vakit boğacağını kararlaştırdılar… Evet, yaratıcılar dünya yaşamını yaratmayı kararlaştırdılar. Sonra da yaratılış başladı: Yaratıcılar, ”Boşluk dolsun! Deniz çekilsin ve yeryüzü ortaya çıksın! Dünya, uyan! Böyle olsun !” ve yeryüzünü yarattılar. Yaratıcılar yaptı bunu. O uçsuz bucaksız, sessiz ve durgun deniz ani canlandı! (ki bu bana mısır mitolojisini hatırlattı) Denizden dağlar yükseldi (bu da Ben ben tepesini çağrıştıryor) ve toprak ortaya çıktı. Vadiler, ovalar oluştu. Topraktan da ağaçlar çıktılar. Hatta Popol Vuh bize bu ağaçların çam ve selvi ağaçları olduğunu söylüyor. Neyse, sonra da dağlar delindi ve buralardan tatlı sular akmaya başladı. Yaratıcılar çok sevinçlilerdi. Yarattıkları toprağın üzerine çıktılar. Ancak etraflarını biraz dolaştıktan sonra: Yaratıcılar sordular, ”Yarattığımız ağaçların altında yalnızca sessizlik mi olsun istiyoruz? Vahşi hayvanlar, kuşlar ve yılanlar yaratalım. Böyle olsun!” dediler. Sonra tasarılarını hayata geçirdiler. Geyikler yarattılar, geyikler çayırlarda, otlaklarda, ırmak kıyılarında yaşadılar. Kuşlar yarattılar, kuşlar ağaçların dallarında yuva yapıp neşeyle şarkılar söylediler. Ancak yine istedikleri şeyler vardı: ”Konusun, seslenin ve bağırın, her biriniz yapabildiğiniz kadar. Bizim adımızı söyleyin, bizi övün ve bizi sevin. ”Fakat kuşlar ve hayvanlar bunu yapamazlardı. Çığlık atabilir, tıslayabilir ve ötebilirlerdi ancak yaratıcıların adlarını söylemezlerdi! Bunun üzerine yaratıcılar yeni bir yaratık yapmaya karar verdiler. Bu yeni yaratık, yaratıcısını bilecek, onun adını söyleyecek, ona tapacak ve onu sevecekti. Diğer bütün yaratıklardan üstün olacaktı ve hayvanları kesip onların derilerinden, etlerinden yararlanabilecekti. Çamurlu toprağa şekil verdiler, ona yaşam üflediler: (ki bu birçok dinde kabul görmüş ortak bir tez) ama bu malzeme çok yumuşaktı. Hareketsiz ve zayıf bir yaratık oldu meydana gelen. Konuşabiliyorsa ama hiç kimse dediklerine mana veremiyordu. Yaratıcılar bu çamur-adamdan hoşlanmamışlardı. Onu yok ettiler. Sonra yeni yaratıkları tahtadan oymayı denediler. Gerekçeleri tahtanın sağlam ve dayanıklı olmasıydı. Sonra, bu yaratığa yaşam üflemeden, nasıl bir şey olacağını bilmeden başkalarını da yaptılar. Şekillerini sevmişlerdi büyük ihtimalle. Neyse, bu yaratıkları canlandırdı yaratıcılar ve seyretmeye koyuldular: Tahtadan canlılar yasadı ve çoğaldılar, ama hiç kimse dediklerine mana veremiyordu ve içlerinde, yüzlerinde ruh, elleri ve ayaklarında güç yoktu. Ciltleri sâri ve kuruydu, altında besleyecek kan dolaşmıyordu. Dört ayakları üzerinde anlamsızca dolaştılar ve yaratıcılarını düşünmediler. Ne yazık ki bu tahta-adamlar, iki ayakları üzerinde yürüme yeteneğini bilmelerine rağmen, hayvanları taklit ede ede dört ayaklı yaratıklara dönüşmüşlerdi. Yabanıl ve kaba olmuşlardı ve yaratıcılarını tanımak istemiyorlardı. Konuşmuyorlardı. Sonra, “Tahtadan yapılmış yaratıklar yasayıp çoğalmak için yeterince iyi değil” diye bağırdı yaratıcılar. Ve bu tahtadan yaratıkları yok etmeye karar verdiler. Gökte öz suyundan büyük bir sel oluşturdular ve yeryüzüne döktüler. Yeryüzü karanlıkla örtüldü ve aralıksız bir siyah yağmur yağdı. Güçsüz kalınca, düşmanları tahta yaratıklara saldırdılar. Büyük küçük hayvanlar onlara saldırdı. Sopalar ve taslar, tabaklar ve çömlekler onlara saldırdı. Aç bıraktıkları ve eziyet ettikleri köpekler simdi dişleriyle yüzlerini parçaladılar. Öğütmek için kullandıkları taslar simdi onları öğüttüler. Ocak ateşi üzerinde yaktıkları kap kaçaklar simdi yüzlerini yaktılar. Bir kartal üzerilerine geldi ve gözlerini oydu. Bir yarasa üzerilerine geldi ve kafalarını kopardı. Bir Jaguar üzerilerine atladı ve kemiklerini kırıp dağıttı. Umutsuzca yaşamları için savaşan tahta yaratıklar evlerinin çatılarına tırmanmaya çalıştılar ama evler yıkıldılar ve onları yere attılar. Dallarında güvenliğe kavuşmak için ağaçlara tırmanmaya çalıştılar ama ağaçlar onları salladılar ve yere attılar. Mağaralara girmeye çalıştılar ama mağaralar kapandılar ve onlara sığınak olmayı reddettiler. Birkaçı dışında tahta yaratıkların tümü yok olmuştu. Diğerleri şekilsiz yüzler ve çeneleriyle sağ kaldılar ve onların soyundan gelenlere maymun adı verildi. Daha sonra yaratıcılar mısır unundan un-adamlar yapmaya giriştiler: Böylece dört İlk Ata yaratıldı. Yaratıcılar gövdelerini mısır unundan yaptılar. Öğütülmüş sarı ve ak mısırdan içecekler yaptılar ve bunlar yeni yaratıklarına kas ve et oldu ve bunlarla beraber güç vermek için onları beslediler. Ve Yaratıcılar memnun oldular. ” Biz düşündük ve tasarladık” dediler “ve yarattığımız kusursuz oldu!” Bu dört İlk Ata insan gibi görünüyor ve konuşuyordu. Çekici, akıllı ve bilgeydiler. Çok uzakları görebiliyorlardı. Dağlar ve vadiler, ormanlar ve çayırlar, okyanuslar ve göller, ayaklarının altındaki yeryüzü ve başlarının üstündeki gökyüzü onlara doğalarını açtılar. Dört İlk Ata dünyada görülecek her şeyi gördüklerinde, gördüklerinin değerini anladılar ve yaratıcılarına teşekkür ettiler: “Bizi yaratıp sekil verdiğiniz için size teşekkür ederiz” dediler.”Bize görme, duyma, konuşma, düşünme ve yürüme yetenekleri için size teşekkür ederiz. Büyük ve küçük, ırak ve yakın her şeyi görebiliyoruz. Her şeyi biliyoruz ve size teşekkür ediyoruz!” Ancak yaratıcılar yine memnun değillerdi. Onların çok bilge olmalarından hoşlanmadılar. Onların da kendileri gibi tanrı olabilme ihtimalini düşünüp korkuya kapıldılar. Çözüm yolunu da buldular: Gözlerine sis üflediler ki yalnızca yakınlarında olanları görsünler. Sonra, bilgeliklerini kaybeden İlk Atalar üzüldüler. Tanrılar onları seviyordu, ancak onların iyiliği ya da kendi çıkarları için insanın bilgeliğini yok etmişlerdi. İlk Ataların üzüntülerini azaltmak için onlara eşleri yarattılar, yani kadını. Daha sonra da: Yaratıcılar İlk Atalar ve Analara benzeyen birçok insan daha yaptılar. İnsanlar karanlıkta yaşayıp çoğalıyorlardı, çünkü Yaratıcılar daha ne güneşi, ne ayı, ne de yıldızları, herhangi bir ışık biçimi yaratmışlardı. Hem açık hem koyu tenli, hem varlıklı hem fakir ve farklı diller konuşan çok sayıda insan doğuda bir arada yaşıyordu. İnsanlar, karanlığın sıkıcı olduğunu anladıklarında tanrılara yalvardılar. Onlardan ışığı yaratmalarını istediler. Bunu üzerine tanrılar güneşi, ayı, şafağı, yıldızları yarattılar: Güneş sulardan yükseldi ve altın ışınlarını yeryüzüne saçtı. Büyük ve küçük hayvanlar koyakların serin gölgesinde ve ırmak kıyılarında ayağa kalktılar ve doğan güneşe yüzlerini döndüler. Jaguar ve puma kükredi ve yılan tısladı. Kuşlar kanatlarını açtılar ve şarkı söylemeye başladılar. İnsanlar tütsüler yakan ve kurbanlar sunan rahiplerin çevresinde dans ettiler. Çünkü Yaratıcılar dünyayı ışıkla aydınlatmışlardı ve kusursuzdu. Her neyse, konuyu dağıtmadan Maya tanrılarını incelemeye başlayalım. Tanrı Kukulkan. Kukulkan, Mısır Mitolojisindeki Thoth gibi, bilgi tanrısıydı. Kendisine Quetzalcoatl, Viracocha,Ahau Kin veya Tüylü Yılan da denilirdi. Dört ana elementin de tanrısıydı. Dört ana elementin simgesi olan canlıların da tanrısıydı. Hava — AkbabaToprak — MısırAteş — KertenkeleSu — Balık Efsaneler, Kukulka'nın Doğu ufkunda belirip, denizden geldiğini söylüyor. Atalarına dokumacılıktan tarıma, astronomiden mühendisliğe dek birçok şey öğreten bu tanrının fiziksel özellikleri ise, Mayaların tasvirine göre, Mayaların aksine, ak tenli, açık renk gözlü, açık renk saçlı, uzun boylu bir tanrı. Elinde de sürekli bir asa taşıyor. Bu dönemde Mayaların daha hiç bir ak adam ile karşılaşmamış olduğu düşünüldüğünde, bu tanımlama oldukça ilginç geliyor insana. Üstelik Kukulkanın uzun bir de sakalı var Mayalarda hiç olmayan bir şey bu, çünkü genetik olarak sakalları çıkmıyor! Mam, ilk suyu döken tanrıça diye de adlandırılır. Kukulkan'ın eşidir. Dokumacılık sanatının yaratıcısıdır. Kahraman ikizler İxbalanque ve Hunaphu'nun büyük annesiydi. İxbalanque ve Hunaphu hakkında bir efsane anlatmak istiyorum; Dünya ve canlıların yaratılmasından kısa bir süre önce, İxbalanque ve Hunaphu (kahramanlar ya) yeraltı dünyası tanrısına alan okurlar. Ancak tanrıya giden yoldaki bazı tuzaklardan kurtulmalıdırlar. Birçok tuzağı geçtikten sonra yarasa dolu bir odaya girmek zorunda kalırlar. Orada ölüm vampiri, Hunaphu'nun kafasını koparır. Sonra yeraltı tanrıları bu baş ile bir çeşit top oyunu oynarlar. İxbalanque, tanrılara çaktırmadan Hunaphu'nun kafasını bir tavşanla değiştirir. Tanrılar tavşanı atınca, tavşan koşmaya başlar ve kaçar. Tanrılar da şaşırır, tavşanın peşinden giderler. İxbalanque, kardeşinin kafasını yerine takarak onu canlandırır. Yeraltı tanrıları art döndüklerinde iki kardeşin de sağ olduğunu görünce çok sinirlenirler. Kahraman kardeşler de yeraltı tanrılarına saldırdılar, onları alt ettiler. Kötü tanrıların egemenliklerini yitirmesiyle evrendeki düzen rahatça kurulabilmiştir. Mayalar bu top oyununu oynuyorlardı. Amaçları bu efsaneyi anmaktı. Oyuna oyun gibi değil de, mübarek bir tören gibi bakılıyordu. Çünkü oyunun çok derin anlamları vardı ve oyundan sonra tanrılara kurbanlar verilirdi. Kurbanlar genelde kaybeden takım olurdu. Kauçuk top ile oynanan bu oyunun amacı, topu kalça, omuz, dizde sektirerek oyun alanındaki deliklerden geçirmekti. Bu oyunu basketbolun atasıymış gibi görebiliriz. Maya yaratılış söylenceleri günümüze kadar gelmiş olan en büyük Maya belgesi Popol Vuh'un bir parçasıdır. Latin alfabesiyle kaleme alınan bu belgeyi ilim adamları eski Maya hiyeroglifleriyle yazılmış bir metnin çevirisi olduğu ya da doğrudan Maya sözlü geleneğinden derlenen öykü ve şarkılardan kaydedildiği görüsündedirler. 1700'lü yıllarda, Katolik bir misyoner Popul Vuh'u İspanyolcaya çevirdi. Maya dilini akıcı bir şekilde konuşabiliyordu. Kızılderilileri, eski tarihleri göstermeye ikna etmeyi başarmıştı. İspanyol metin, yaklaşık 150 yıl boyunca gözlerden ırak kaldı. 1850'lerde, Guatemala City'deki San Carlos Üniversitesi'nin kitaplığında bulundu ve ilk olarak 1857'de Viyana'da basıldı. Popul Vuh, edebi olarak 'harika' tanımlaması yapılan eserlerden biriydi. Destanın yaratılış söylenceleri anlatan bu parçasında Hıristiyanlık etkisi görülmektedir. Kitab-ı Mukaddes'i okuyanlarımızın derhal anlayacağı gibi, destan ilk bölümlerle benzerlik gösterir. Aşağıdaki destan, tanrıların yaratmak istediği insanlar ve diğer yaratılış söylenceleri açısından ilginçtir. Başlangıçta ebedi karanlığın içinde yalnızca yukarıda gökyüzü, aşağıda deniz vardı. Hareket edecek ya da gürültü yapacak hiçbirsek olmadığı için sakin ve sessizdiler. Yeryüzü henüz sulardan yükselmemişti. Otlar ve ağaçlar, taslar, mağaralar ve koyaklar, kuşlar ve balıklar, yengeçler, hayvanlar ve insanlar daha yaratılmamıştı. Kükreyecek ya da gürleyecek hiçbir şey yoktu, çünkü yalnızca yukarıda boş gökyüzü ve aşağıda sakin deniz vardı. Suyun içinde yeşil ve mavi tüylerin altına yaratıcılar gizlenmişti. Bu büyük düşünürler suyun içinde sessizce konuştular. Evrende gecenin ebedi karanlığında yalnızdılar. Beraber ne olacağına karar verdiler. Beraber yeryüzünün sulardan ne vakit yükseleceğini, ilk insanin ve tüm diğer canlı türlerinin ne vakit doğacağını, bu canlı varlıkların yasamak için ne yiyeceklerini ve şafağın dünyayı nefes ışık seline ilk ne vakit boğacağını kararlaştırdılar. "Yaratılış başlasın!" diye heyecanla seslendi. Yaratıcılar, "Boşluk dolsun! Deniz çekilsin ve yeryüzü ortaya çıksın! Dünya, uyan! Böyle olsun !" Ve yeryüzü yarattılar. Yaratıcılar yaptı bunu. Sislerin arasından, bir toz bulutunun içinden dağlar ve vadiler denizden yükseldi ve çam ve selvi ağaçları varlıklı toprakta kök saldılar. Tatlı sular dağların yamaçlarında ve vadilerin içinde dere olup aktılar. Ve yaratıcılar memnun oldular. "Biz düşündük ve tasarladık" dediler "Ve yarattığımız kusursuz oldu !" Sonra yaratıcılar sordular; "Yarattığımız ağaçların altında yalnızca sessizlik mi olsun istiyoruz? Vahşi hayvanlar, kuşlar ve yılanlar yaratalım. Böyle olsun!" Ve onları yarattılar. Yaratıcılar yaptı bunu."Siz geyikler, çalılıklar ve otlaklarda dört ayak üzerinde yürüyeceksiniz. Ormanda çoğalacak, ağaçların serin gölgesinde ve ırmak kıyılarında uyuyacaksınız. Siz kuşlar, ağaçların dallarında ve sarmaşıkların arasında yasayacaksınız. Oralarda yuvalarınızı yapacak ve çoğalacaksınız". Geyik ve kuşlara böyle buyruldu ve böyle yaptılar. Ve yaratıcılar memnun oldular: "Biz düşündük ve tasarladık ve yarattığımız kusursuz oldu" Sonra yaratıcılar, yarattıkları canlılarla başka şeyler buyurdular. "Konuşun, seslenin ve bağırın, her biriniz yapabildiğiniz kadar. Bizim adımızı söyleyin, bizi övün ve bizi sevin. " Fakat kuşlar ve hayvanlar bunu yapamazlardı. Çığlık atabilir, tıslayabilir ve ötebilirlerdi; ancak yaratıcıların adlarını söylemezlerdi. Yaratıcılar, yaptıkları canlılardan hoşnut kalmadılar. Onlara dediler ki ,"Sizlere verdiklerimizi art almayacağız. Ancak bizi övemediğiniz ve sevemediğiniz için, bunu yapacak başka canlılar yapacağız. Bu yeni yaratıklar sizlerden üstün olacaklar ve sizleri yönetecekler. Sizlerin kaderi onlar tarafından parçalanmak ve etinizin yenmesi olacak. Böyle olsun!" Ve onları yarattılar. Yaratıcılar yaptı onları... Kendilerini övecek ve sevecek uysal ve saygılı bir canlı biçimlendirmeye karar verdiler. Önce çamurlu toprağa sekil vermeyi denediler; ama bu malzeme çok yumuşaktı. Hareketsiz ve zayıf bir yaratık oldu. Konuşabiliyorsa ama hiç kimse dediklerine mana veremiyordu. "Çamurdan yapılmış yaratıklar hiçbir vakit yaşamayacak ve çoğalamayacaklar!" diye bağırdı yaratıcılar ve bu yaratığı yok ettiler. Sonra yeni yaratıkları tahtadan oymayı denediler. "Bu malzeme tam bize müsait görünüyor! Sağlam ve dayanıklı." dediler. "Bu yaratıklar insana benziyor ve insan gibi konuşuyorlar. Bunlardan pek çok yapalım. Böyle olsun!" Tahtadan canlılar yasadı ve çoğaldılar, ama hiç kimse dediklerine mana veremiyordu ve içlerinde, yüzlerinde ruh, elleri ve ayaklarında güç yoktu. Ciltleri sarı ve kuruydu, altında besleyecek kan dolaşmıyordu. Dört ayakları üzerinde anlamsızca dolaştılar ve yaratıcılarını düşünmediler. "Tahtadan yapılmış yaratıklar yaşayıp çoğaltmak için yeterince iyi değil!" diye bağırdı yaratıcılar. Ve bu tahtadan yaratıkları yok etmeye karar verdiler. Yaratıcılar gökte özsuyundan büyük bir sel oluşturdular ve yeryüzüne döktüler. Tahta yaratıkların kafalarına vurdular ve onları ağaç gibi devirdiler. Sonra bir kartal üzerlerine geldi ve gözlerini oydu. Bir yarasa üzerilerine geldi ve kafalarını kopardı. Bir Jaguar üzerlerine atladı ve kemiklerini kırıp dağıttı. Yeryüzü karanlıkla örtüldü ve aralıksız bir siyah yağmur yağdı. Güçsüz kalınca düşmanları tahta yaratıklara saldırdılar. Büyük küçük hayvanlar onlara saldırdı. Sopalar ve taslar, tabaklar ve çömlekler onlara saldırdı. Aç bıraktıkları ve eziyet ettikleri köpekler simdi dişleriyle yüzlerini parçaladılar. Öğütmek için kullandıkları taşlar simdi onları öğüttüler. Ocak ateşi üzerinde yaktıkları kap kacaklar simdi yüzlerini yaktılar. Umutsuzca yaşamları için savaşan tahta yaratıklar evlerini çatılarına tırmanmaya çalıştılar ama evler yıkıldılar ve onları yere attılar. dallarında güvenliğe kavuşmak için ağaçlara tırmanmaya çalıştılar ama ağaçlar onları salladılar ve yere attılar. Mağaralara girmeye çalıştılar ama mağaralar kapandılar ve onlara sığınak olmayı reddettiler. Birkaçı dışında tahta yaratıkların tümü yok olmuştu. Diğerleri şekilsiz yüzler ve çeneleriyle sağ kaldılar ve onları suyundan gelenlere maymun adi verildi. Yaratıcılar sonra gecenin karanlığında görüşmek için toplandılar. Güneş, Ay ve yıldızlar daha gökyüzünde yerlerini almamışlardı. "Yeniden bizi övecek ve sevecek yaratıklar yaratmayı deneyelim. Böyle olsun! Yeryüzünde asil canlılar yasasınlar. Onlara biçim vereceğimiz malzemeyi arayalım." Dört hayvan, dağ kedisi, koyot, karga ve küçük bir papağan, yaratıcıların önüne geldiler ve onlara yakında bolca yetişen sarı ve ak başaklı mısırlardan söz ettiler.yaratıcılar hayvanların gösterdiği yola koyuldular. Mısırı buldular, öğüttüler ve bu yiyecekten asil yarattılar biçimlendirdiler. "Böyle olsun!" diye heyecanla bağırdılar.. Ve onları yarattılar. Yaratıcılar yaptı onları. Böylece dört İlk Ata yaratıldı. Yaratıcılar gövdelerini mısır unundan yaptılar. Öğütülmüş sarı ve ak mısırdan içecekler yaptılar ve bunlar yeni yaratıklarına kas ve et oldu ve bunlarla beraber güç vermek için onları beslediler. Ve yaratıcılar memnun oldular. "Biz düşündü ve tasarladık." dediler. "ve yarattığımız kusursuz oldu!" Bu dört İlk Ata, insan gibi görünüyor ve konuşuyordu. Çekici, akıllı ve bilgeydiler. Çok uzakları görebiliyorlardı. Dağlar ve vadiler, ormanlar ve çayırlar, okyanuslar ve göller, ayaklarının altındaki yeryüzü ve başlarının üstündeki gökyüzü onlara doğalarını açık ettiler. Dört İlk Ata, dünyada görülecek her şeyi gördüklerinde, gördüklerinin değerini anladılar ve yaratıcılarına teşekkür ettiler. "Bizi yaratıp sekil verdiğiniz için size teşekkür ederiz." dediler. "Bize görme, duyma, konuşma, düşünme ve yürüme yetenekleri için size teşekkür ederiz. Büyük ve küçük, ırak ve yakın her şeyi görebiliyoruz. her şeyi biliyoruz ve size teşekkür ediyoruz!" Yaratıcılar artık memnun değildiler. "Amaçladığımızdan daha iyi yaratıklar mi yarattık? Çok mu kusursuzlar?" diye birbirlerine sordular. "O kadar bilgili ve bilgeler ki bizim gibi tanrı mı olacaklar? Daha az görsünler ve bilsinler diye görüşlerini mi azaltsak? Böyle olsun!" Böyle konuştu yaratıcılar ve yarattıkları varlıkları değiştirdiler. Gözlerine sis üflediler ki yalnızca yakınlarında olanları görsünler. Böylece, yaratıcılar dört İlk Ata'nın sahip oldukları bilgi ve bilgeliği yok ettiler. Yaratıcılar atalarımızı yaratıp böyle biçimlendirdikten sonra dediler ki : "Simdi İlk Atalar için özenle esler yaratıp biçimlendirelim. Esleri onlar uyurken gelsinler ve uyandıklarında onlara sevinç vermek için orada olsunlar. Böyle olsun!" Ve onları yarattılar. Yaratıcılar yaptı onları. Ve yaratıcılar memnun oldular. "Biz düşündük ve tasarladık." dediler "ve yarattığımız kusursuz oldu!" Bir süre sonra yaratıcılar İlk Atalar ve Analara benzeyen birçok insan daha yaptılar. İnsanlar karanlıkta yaşayıp çoğalıyorlardı, çünkü yaratıcılar daha ne Güneş'i, ne Ay'ı, ne de yıldızları, herhangi bir ışık biçimi yaratmışlardı. Hem açık hem koyu tenli, hem varlıklı, hem fakir ve farklı diller konuşan çok sayıda insan doğuda bir arada yaşıyordu. Tanrılarının hiçbir görüntüsünü yapmadılar, ama yaratıcılarını unutmadılar ve sevgi dolu ve uysaldılar. Yüzlerini göğe kaldırıp dua ettiler : "Ey yaratıcılar! Bizimle kalın ve bizi dinleyin! Işık olsun! Şafak olsun! Gündüz olsun! Şafak dünyayı nefes ışığa boğsun ve Güneş onu izlesin. Güneş her gün aydınlanarak gökyüzünde parladıkça, bize soyumuzu sürdürmemiz için kızlar ve oğullar bağışlayın. Bize iyi, yararlı ve mesut yaşamlar verin ve bize barış verin!" Bu sözlerle insanlar, Güneş'i yükselip yaratıcıların yaptıkları basamakları altın ışınlarıyla aydınlatmaya çağırdılar. "Ve öyle olsun!" dedi yaratıcılar "Işık olsun! Evrenin şafağında, tüm yarattıklarımızın üstünde sabahın erken ışığı parlasın! Çünkü biz düşündük ve tasarladık ve yarattığımız kusursuz oldu!" Ve onu yarattılar. Yaratıcılar yaptı bunu. Güneş, sulardan yükseldi ve altın ışınlarını yeryüzüne saçtı. Büyük ve küçük hayvanlar koyaklarin serin gölgesinde ve ırmak kıyılarında ayağa kalktılar ve doğan güneşe yüzlerini döndüler. Jaguar ve puma kükredi ve yılan tısladı. Kuşlar, kanatlarını açtılar ve şarkı söylemeye başladılar. İnsanlar, tütsüler yakan ve kurbanlar sunan rahiplerin çevresinde dans ettiler. Çünkü yaratıcılar dünyayı ışıkla aydınlatmışlardı ve kusursuzdu.
|