Evet mi, Hayır mı?
Evet mi, Hayır mı? Gülşen, iyi bir öğrenimin ardından iyi bir iş bulmuştu. İşinde kısa sürede yükselmişti. Bu arada evlenmiş ve birkaç yıl sonra da ebeveyn olmuştu. Bir taraftan bir dergide yazıları da yayımlanmaya başlamıştı. Bununla beraber aile yaşantısı da parlak bir performans sergiliyordu. Eşi ve oğluyla son radde mutluydu. Bir gün eski komşusu Ahzade ile karşılaştılar. İkisi de aynı yaştaydılar; beraber sohbet etmek üzere bir kafeteryaya oturdular. Ahzade, liseden sonra üniversiteye devam edememişti; ancak evlenmiş ve o da çocuk sahibi olmuşlardı. Ahzade, cesaret ederek Gülşen’e başarılarını açıklayacak bir formülü olup olmadığını sordu. Gülşen de, babasının iki arkadaşından söz etti. “Babamın arkadaşları Yalçın ve Merih Bey’den çok önemli iki şey öğrendim” dedi. Yalçın amca, bana küçükken ‘Hayır’ kelimesinin gücünü anlattı. Birçok insan, “hayır” kelimesi üstüne düşünmez. Ben de düşünmemiştim. Yalçın amca, özellikle bu dünyada zamanında “Hayır” demesini bilenlerin yükseldiğini söylemişti. Ben de ‘Ne vakit hayır?’ denir diye sormuştum. O da kısa bir yanıt vermişti: ‘Bir amacın olduğunda ve amacına müsait olmayan bir şey öneri edildiğinde hayır denir.Yani şöyle, diyelim ki, amacın ders çalışmak. Ama arkadaşın sinemaya gitmeyi öneri ediyor. Amacına müsait bir öneri mi, değil. Öyleyse hayır diyeceksin. Ya da bir çok kadın kilo vermeyi amaçlıyor. Ama bir misafirliğe gidildiğinde tatlı, şeker ve çikolata teklifleri yapılıyor. Hayır demeyi bilmiyorlar ve kilolarına kilo katıyorlar. ’ İş yaşamında da böyleymiş. Şirketin bir amacı var; bu amaca müsait olmayan önerilere hayır demeyi bildiğinde, sadece amaca müsait eylemler kalıyor. Ben de bunu kendime yaşam felsefesi yaptım. Gerektiğinde hayır diyorum. Ama sanırım buradaki püf noktası, bir amaca sahip olmak. Bir amacın yoksa, neye göre hayır diyeceğini de bilemiyorsun. Aslında bir-iki referans noktası var. Örneğin, insanın dini ve ahlaki değerleri de, gerektiğinde bazı önerilere hayır demek için referans noktası olabilir. Ahzade, “Peki, Merih Bey’den ne öğrenmiştin?” diye sordu. Gülşen, gülümseyerek söze başladı: “İnanmayacaksın ama, Merih amcadan da ‘Evet’in gücünü öğrendim. Ben yedi-sekiz yaşında bir çocukken bir gün bize misafirliğe gelmişlerdi. Merih amca, kızı Halime ile yürümek isteyip istemediğimi sormuştu. Ben de ona ‘Hayır’ demiştim. O vakit Merih Amca bana, ‘Peki, evet deseydin ne kazanacaktın?’ onu biliyor musun?’ diye sordu. Ona tekrar ‘Hayır’ dedim. Merih amca, tatlı ve yumuşacık bir ses tonuyla devam etti. ‘Ah evladım, keşke evet demenin sihirli gücünü bir an önce öğrenebilseniz. Bak şimdi, sen kızımla yürüme teklifime evet demedin ve ne yapıyorsan onu yapmaya devam edeceksin. Televizyon seyrediyorsun; sanırım her vakit seyrettiğin bir program bu, yani bugün seyretmezsen yarın da seyredebilirsin; aynı bölüm olmaz belki ama, önünde sonunda eş bir şeydir. Halbuki Halime ile yürüyecek olsaydın, Halime bizim sana aldığımız hediyeyi verecekti. Büyüklerin küçüklere armağan vermesi de güzel ama yaşıtların birbirine armağan alması ve sunması bence onların arasındaki arkadaşlığı besliyor. Ayrıca Halime, belki de seninle çok iyi arkadaş olabilecek birisi. Ama sen ‘hayır’ dediğin anda bunu da öğrenme şansını kaybettin. Eğer ‘hayır’ demeni gerektiren çok özel bir sebep yoksa, insanlara ‘evet’ dedikçe başarılı olursun; yaşamın sunduğu hediyeleri alabilirsin. Ama her şeye hayır diyenlerden olacak olursan, insanlarla aranda köprü kurulmasını engellediğin gibi, öğrenme fırsatlarını da kaçırmış olursun.’ İşte böyle Ahzade, ben de ne vakit hayır diyeceğimi ve ne vakit evet diyeceğimi öğrendim. Zamanında söylediğim hayırlar benim üniversiteye hazırlanma yönümdeki çalışmalarıma odaklanmamı sağladı. Bana birer öğrenme fırsatı tanıyabilecek her konuya da çok özel bir sebep olmadıkça evet diyorum yaşamımda. Yaşamım bir tenis maçı gibi geçiyor; masanın bir yönü evetse, diğeri hayır. Önemli olan tenis topuna isabetli bir vuruş yapmak gibi, isabetli bir zamanda ve güçte evet ya da hayır diyebilmek.
|