Bilim Felsefesi-1 Mantikçi Pozitivizm
BİLİM FELSEFESİ-1 MANTIKÇI POZİTİVİZM
Mantıkçı pozitivizm (ya da mantıkçı ampirizm) akımının kökeni, 1920'lerde Viyana'da seminerler düzenleyen bir öbek ilim adamı ve filozofun çalışmalarına dayanır. Bunlar arasında, bu seminerlerin yöneticisi olan Moritz Schlick (1882-1936) , pozitivistlerin en büyüğü diyebileceğimiz Rudolf Carnap (1891-1970) ve pozitivizmin en büyük propagandacısı Otto Neurath (1882- 1945) sayılabilir. Mantıkçı pozitivizm, aslında 1900'lerin daha geniş kapsamlı bir felsefe akımının bir parçasıdır. Bu yıllarda, çeşitli yerlerde, mantıkçı pozitivistlerden bağımsız, ama pozitivist görüşlere çok eş görüşleri olan düşünce okulları ortaya çıkmıştır. ABD'de pragmacılık ve işlemselcilik (operationalism) İsveç'te Uppsala okulu, Berlin'de Hans Reichenbach (1891-1953) ve Carl Gustav Hempel'in (1905-) de içinde bulunduğu grup, bunlar arasında yer alır. Pozitivistler, İngiltere'den Bertrand Russell (1872-1970) ve Ludwig Wittgenstein'ı (1889-1951) kendi öncüleri olarak görmüşlerdir
Mantıkçı pozitivizmin iki kuramsal çıkış noktası vardı. Bu akım ilkin felsefi spekülasyona, özellikle Hegelci metafiziğe bir tepkiydi. Bu pozitivistler, felsefi spekülasyonun herhangi bir bilimsel işlevi olmadığına inanıyor, bunun karşısına bilimsel dene- yi çıkarıyorlardı. Onlara göre, Galileo ve Newton'dan bu yana doğa bilimlerindeki sürekli gelişmeye karşılık, metafizikte böyle bir gelişme görülmemişti. Gelişen ve deneylerden yararlanan, metafizik değil de ilim olduğuna göre, bunların arasında önemli bir ayrım olmalıydı. Bilimselliğin bir ölçütünü bularak, gereği olmayan metafizikten kurtulunabilirdi.
İkinci olarak bu pozitivizm, belirli bir ilim dalına, yani fiziğe özgü bazı sorunların çözümüne yöneliyordu. Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında bir çeşit atomları ya da en esas parçacıkları varsayan bazı kuramlar önemli bir rol oynamıştı. Sorun, bu parçacıkların gerçekten var olup olmadığıydı. Çünkü bunları gözlemlemek olanaksızdı. Mantıkçı pozitivizmin babası sayılabilecek olan ve Viyana'da sırasıyla matematik, fizik ve felsefe profesörlüğü yapan Ernst Mach (1838-1916) , bu soruna kati bir çözüm bulmaya çalıştı. Masalar, iskemleler gibi sıradan eşya iç tüm nesnelerin görece değişmez nitelikte duyumlar karmaşasından ibaret olduğunu ileri sürdü.
Mach'a göre, gerçekte nesne diye bir şey yoktu, yalnızca duyumlar vardı. Düş görmekle gerçek nesneler görmek arasındaki ayrım şu şekilde açıklanabilirdi: Düş görme halinde, tıpkı gerçek nesne1eri görme halinde olduğu gibi, art arda gelen bir duyumlar dizisi sözkonusudur. Ancak, düş halinde bu sıra bir süre sonra kesilir. Duyumların kesilmeyip devam etmesi durumunda gerçek nesneleri görme söz konusudur. Dolayısıyla, düş görmekle gerçek nesneleri görmek arasın- da «özce» bir ayrım yoktur. Yalnızca, duyumlar arasında işlevsel ilişkiler vardır. Benlik duygusu da böyle bir işlevsel ilişkiden başka şey değildir. Bu, elbette ki, bilimin varsaydığı tüm diğer şeyler için de geçerlidir. Böylelikle, atomların gerçekten var olup olmadığı sorusu ortadan kalkar ve yerini işlevsel ilişkileri olan duyumlar var mıdır sorusuna bırakır. Yani, Mach'a göre, atomların varlığı duyumlarımızın belirli bir düzeni izlemesinden başka bir mana taşımaz.
|