Forumbulteni.Com     forum  

Geri Git   Forumbulteni.Com > >
Yardım Topluluk Ajanda Bugünki Mesajlar Ara

Cevapla
 
Seçenekler Stil
  #1  
Alt 11.Nisan.2019, 15:14
RocKa RocKa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Junior Member
 
Üyelik tarihi: 05.Ocak.2019
Nereden: Ethiopia
Mesajlar: 0
RocKa - İCQ üzeri Mesaj gönder RocKa - AİM üzeri Mesaj gönder RocKa - YAHOO üzeri Mesaj gönder RocKa isimli Üyeye Skype üzeri Mesaj gönder
Standart Derdi izlenmek değil, Cannes Festivali

Derdi izlenmek değil, Cannes Festivali

61. Cannes Film Festivali'nde, bu akşam açıklanacak büyük ödül için yarışan Nuri Bilge Ceylan, senelerdir bu festivalde aldığı övgülerle bir dokunulmazlık zırhının ardına sığınıyor. Onu eleştirmek, sorgulamak ayıp sayılıyor.....

Nuri Bilge Ceylan, filmlerinden aşina olduğumuz gibi Çanakkale Yeniceli'dir. Ziraat mühendisi babanın İstanbul'da iş bulması nedeniyle, takvimler 26 Ocak 1959 gününü gösterirken Bakırköy'de doğar. Nuri Bilge'nin doğumundan iki yıl sonra baba, doğup büyüdüğü topraklara yani Yenice'ye dönme kararı alır. Marmara'nın ormanlarla kaplı bu kasabasına art dönmek en çok, içine kapanık, az konuşan bir çocuk olan Nuri Bilge'yi sevindirir. Çünkü günün tamamını evin dışında, kasabanın sokaklarında geçirecektir. Kasabanın geçmişiyle ilgili hikâyeler onu her vakit büyüler. Kendi deyimiyle "Her şeyin efsanelerle anlatıldığı kültür, düş gücünü zenginleştirir." Yenice'de idadi olmadığı için, ailenin kasaba macerası abla Emine'nin ortaokulu bitmesiyle sona erer. Aile yeniden İstanbul'a taşınır, küçük, şirin bir çatı katına yerleşir. İstanbul'da yaşam o kadar da basit değildir. Durmadan tüten soba, pantolonların yamandığı, ayakkabılara pençe atıldığı, yeni elbiselere özlem kalındığı günler... Ancak bu yaşam yoksulluktan değil, Ceylan'ın da dediği gibi tüketim kültürünü bilmediklerinden böyledir. Yenice'nin kasvetli koyu yeşil ormanlarındaki maceralı oyunların yerini, İstanbul sokaklarında futbol alır. Bir de langırt tutkusu. Idadi yıllarında aklında sadece mühendislik okumak vardır. O vakit çok yaygın olan name arkadaşlarından biri sayesinde Avrupa yollarına düşer, otostop yaparak Hollanda'yı, İsveç'i ve Avrupa'nın kederli ve görkemli kentlerini dolaşır.

FOTOĞRAF TUTKUSU

Dönüşünde Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Bölümü'ne girer. Sonradan mühendisliğin kendisine göre olmadığını ayrım fiyat ama Boğaziçi Üniversitesi'nin Robert Kolej'den gelen binaları tam ona göredir. Kütüphanenin, müzik arşivlerinin ve özellikle fotoğrafçılık ve dağcılık kulüplerinin en etkin üyesidir. Uzak durduğu tek kulüp sinemadır. Okul harçlığını da okulda çektiği vesikalık fotoğraflardan çıkarır. Fotoğrafla olan yakınlığı, babası Mehmet Emin Ceylan'dan gelmektedir. Ziraat mühendisi Mehmet Bey, burslu olarak Amerika'ya gittiğinde bir fotoğraf makinesiyle döner ve Nuri Bilge de ilk fotoğraflarını bu makineyle çeker. Fotoğraf tutkusu yüzünden okulu ancak sekiz yılda bitirebilir. Ama asıl mesele okulun bitişiyle başlar. "Bundan sonra ne iş yapacağım?" Bu sorudan sıkılınca da soluğu yeniden Avrupa'da alır. İngiltere'de uzun süre garsonluk yapar. Sonra okuduğu bir seyahat kitabından etkilenerek yeniden yola düşer ve Avrupalı gezginlerin Kabesi sayılan Katmandu'da bulur kendisini. Türkiye'ye dönmeye karar verdiğinde parası da bitmiştir. Çok sevdiği fotoğraf makinesini satmak zorunda kalır. Türkiye'ye döner dönmez askerlik yapmaya karar verir. Mamak'ta askerlik günleri başlar. Hayatının art kalanını şekillendirecek kararı da burada verir: Sinema... Askerlik boyunca sinemayla ilgili bütün teknik kitapları okur, üzerinde çalışır. Sinemayı okulda öğrenmeyi tercih eder. Mimar Sinan Üniversitesi'ne de ancak iki yıl devam fiyat çünkü 'sinemanın okulla değil kişinin kendisinde bittiğini' keşfeder. Sinemaya, yönetmen Mehmet Eryılmaz'ın yanında oyuncu olarak başlar. Oyunculuğu çok sevmesine karşın teknik aşamalarla daha çok ilgilenir. Sonra da rol aldığı filmin kamerasını satın alır, "Motor," diyerek yönetmenliğe ilk adımını atar ve Koza (1995) filmini çeker. Oyuncular ebeveyn ve babasıdır. Yarısını tek başına diğer yarısını ise bir asistanın yardımıyla çektiği bu kısa filmle Cannes Film Festivali'ne katılma başarısını gösterir. İki yıl sonra ilk uzun metrajlı filmi olan Kasaba çekilir. Otobiyografik nitelikli bu filmde 1970'li yıllarda Yenice'de üç kuşağı bünyesinde barındıran ve doğayla beraber yaşayan ailenin hayatı çocuklarının gözünde anlatılır. Oyuncular arasında tekrar annesi ve babası yer alır. Kasaba, Berlin Film Festivali'nde gösterilir. Üçüncü filmi Mayıs Sıkıntısı'dır. Koza ve Kasaba ile bir üçlemeyi tamamlar.

DOKUNULMAZLIK ZIRHI

Nuri Bilge Ceylan asıl başarıyı Uzak (2002) ile yakaladı. Film, 56. Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye'den sonra festivalin ikinci önemli ödülü olan Büyük Jüri Ödülü'nü kazandı. Filmde yalnız ve yabancılaşmış iki kuzeni oynayan filmin başrol oyuncuları Muzaffer Özdemir ve Mehmet Emin Toprak da "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü aldı. Ancak, Mehmet Emin Toprak, festivalden bir süre önce yani ödülünü alamadan trafik kazasında yaşamını yitirdi. Ceylan'ın beşinci filmi İklimler de 2006'da tekrar Cannes'da yarıştı. Bu filmin oyuncularından biri eşi Ebru Ceylan'dı. Ceylan bu yıl yine, yeni filmi Üç Maymun'la Cannes'da. Üstelik "Altın Palmiye" için yarışıyor. Başrol oyuncularından biri türkücü Yavuz Bingöl. Gazetelerde yer saha haberlere bakılırsa film, özellikle yabancı eleştirmenlerden bolca övgü alıyor. Zaten Nuri Bilge Ceylan'ın yeni bir filmi tamamlaması da Cannes Festivali sayesinde duyuluyor. Cannes'da ödül almış olmak Nuri Bilge Ceylan'a büyük bir dokunulmazlık zırhı da sağlıyor, eleştirmek, sorgulamak ayıp sayılıyor. Örneğin aynı filmde profesyonel kadın oyuncu alabildiğine katı bir seks sahnesinde Nuri Bilge Ceylan'a eşlik ederken, eşi Ebru Ceylan'ın yer aldığı döşek sahnelerinde neredeyse 'tırnağının ucunun görünmemesi' Türkiye'ye özgü bir 'şark taassubu' olarak geçip gidiyor. Minimalist sinemanın alabildiğine sıkıcı ve pek de özgün kabul edilmeyecek örnekleri, vızıldayarak dakikalarca uçan sinekler falan da aynı entelektüel dokunulmazlığın hudutlarına iç oluveriyor. Oysa Ceylan'ın sinemasında Batılı değerlere yaslanan 'memleketinden kopuk' entelektüel duyarlılıktan, Batı'nın hala 'Oryantalist' bir resmin parçası, adeta sonsuz bir 'taşra' olarak gördüğü Türkiye'de 'taşrayı' anlatmaktan daha önemli sorunlar da var. Örneğin 12 Eylül... Tamam, kimse o sıkıcı, vakit vakit kaba işçi-köylü eksenli 'sosyalist gerçekçi' sanatı, duvara asılan çorapları, onların sahiplerini savunmuyor... Ama cuntayı, baskı gören, işkence edilen insanları, onların yerle bir olan hayatlarını, günlük hayata sinen korkuyu görmezlikten gelen 'sanatı' ve onun uzantılarını ne yapacağız? 12 Eylül ruhu sadece Anayasa'nın generalleri koruyan o meşhur geçici 15. maddesinde mi yaşıyor? Yoksa 80'li yıllar bütün hızıyla sürerken, pıtrak gibi büyüyen fotoğraf kulüplerinde de olup biten bir şeyler var mı? Post çağdaş 'işleriyle' kısa filmlerle ödüle doymayan arkadaşlar, aranızdan bir Miguel Littin ve Şili'de İllegal öyküsü çıkmadan gerçekten sanata, sinemaya, fotoğrafa sahip olabilecek miyiz? Yıllar önce Yılmaz Güney'i 12 Eylül cuntası yüzünden Cannes'da, sol yumruğu havada ağırlayan 'jüri', şimdi politikadan alabildiğine arınmış, yumrukları asla havalanmayan sanatçılarımızı ödüle boğarken fazlasıyla 'Batılı' davranmıyor mu? Ne dersiniz?

Kaynak: Sabah.com.tr
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
cannes, değil, derdi, festivali, izlenmek


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB kodu Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Açık

Forum Jump


Tüm Zamanlar GMT Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 00:33.


mersin escort alanya eskort