![]() |
![]() |
|
#1
|
|||
|
|||
![]()
Da Vinci Şifresi ile fenomenleşen yazar Dan Brown'un aynı isimle sinemaya uyarlanan ikinci eseri "Melekler ve Şeytanlar", izleyici karşısındaki sınavını bu hafta veriyor.
"Da Vinci Şifresi" (The Da Vinci Code) filminin devamı niteliğindeki, ama aslında kitaptaki kronolojik sıraya uyulursa ilk film olması gereken "Melekler ve Şeytanlar" (Angels and Demons) 15 Mayısta vizyona girdi. Şahsımın dün akşam izleme fırsatı bulduğu film, görselliği ve müzikleri ile başarıyı yakalamış olsa da senaryosu isyanlara sebep oldu: "Bu kitap sadece 4 saatlik bir maraton değildi!" Dan Brown'un kitapları gerçekten sürükleyici, eğlenceli eserler. Kim ne derse desin, seçtiği mekanlar, karakterler ve en önemlisi eserin sırtını dayadığı, gerçekliği-muhtemel-komplo teorileri ile benzersiz. Neredeyse eşsiz olan bir yönü de satış rakamları olunca, kitapların sinemaya uyarlanması kaçınılmazdı. Böylece Da Vinci Şifresi beyazperdeden merhaba dedi bize. Ama film, kitaptaki -bence- önemli birçok olayın adeta kazınıp atılmış olması nedeniyle düş kırıklığı yarattı kitabı okumuş bünyelerde. Yine de -uyarlama olarak bekleneni vermese de- emek verilmiş, izlenmeye değer bir sinema filmi kazanmış oldu izleyiciler. Da Vinci Şifresinin gişe başarısı yapımcıları tatmin etmiş olacak ki, 3 yıl arayla aynı baş karaktere sahip ikinci bir film daha vizyona girdi: Melekler ve Şeytanlar. Afiş, fragman, dönüp duran reklamlar derken filmin görselliği hakkında düşünce sahibi olduk, hatta ben sırf görsellik için son anda biletimi değiştirip bu filmi tercih ettim. Bu açıdan filmi kesinlikle tavsiye ederim. Ron Howard'ın yönetmen koltuğuna oturduğu film anlatım açısından gayet tatmin edici. Film bazı yerlerde adeta savrulsa da, kritik sahnelerde kesinlikle anlatımdan kopmuyor, büyük bir heyecanla izliyorsunuz. Bu kısımdan söz ederken görüntü yönetmeni Salvatore Totino'nun emeğini es geçmek de olmaz elbette. Senaristler David Koepp ve Akiva Goldsman sahnelerde başarılı ama dialoglar, özellikle de zamana karşı yarışılan kısımlardaki bilgi amaçlı konuşmalar izleyicinin merakını gidermek veya artırmak konusunda yetersiz. Hans Zimmer imzalı müzikler ise bence filmin en başarılı yönlerinden. Oyunculuklara gelince, Tom Hanks (Robert Langdon) işinin ustası olduğunu belli ediyor, ama onun dramalarda kendini gösteren dehası Melekler ve Şeytanların hız kazanmaya çalışan temposu içinde kendini gösteremiyor. Biraz his katılan yerlerde oyunculuk filmden kopuyor, yapmacık duruyor perdede. Oysa Evan McGregor (Patrick McKenna) karakterinin tüm sınırlarını kullanarak harikulade bir oyunculuk ziyafeti çekiyor izleyiciye. Film McGregor'un tek kişilik tiyatrosuna dönüşüyor çoğu vakit başka hiçbir oyuncuya dikkat edemiyorsunuz. Ayelet Zurer (Vittoria Vetra) ise karakterinin ağırlığını koymaktan ırak bir çizgide ilerliyor. Rolünde olması gereken enerji, biliminsanlarına özgü realistlik ve asilik yok, aksine manastırda yetişmiş devlet memuru havası var. Parlak, ama göz alıcı olmaktan fersah fersah uzak. Dikkatimi çeken son bir oyuncu da Haşhaşin rolündeki Nikolaj Lie Kaas. Dünya sineması için yeni bir yüz olmasına rağmen, perdeyi dolduran başarılı bir oyunculuk sergiliyor ve fırsat verildiği taktirde başarılı olacağının sinyalini veriyor izleyiciye. Senaryodaki bazı sapmalara rağmen film kendi başına güzel, anlatımı insanı kesinlikle sıkmıyor, hatta 140 dk gibi uzun bir sürenin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Sonuç olarak kitabı düşünmeden izleyince film gayet hoş ama merak ettiğim şey şu oldu: "Senaristler sebep filmde karakterler arasındaki akrabalık ilişkilerini es geçiyor, hatta bariz biçimde kitabın bu yönünü inkara gidiyorlar?" Da Vinci Şifresi'nde dede-torun olmaları gereken Jacques Saunière ve Sophie Neveu uzaktan hısım bile çıkmazken, Melekler ve Şeytanlar'da da baba-oğul olmaları gereken Papa ile Camerlengo'su Patrick McKenna üveybaba-evlatlık seviyesinde kalmış. Senaryoda büyük bir yanlış anlamaya sebep oluyor bu durum. Papa'nın bilime gösterdiği sıcak yaklaşımın nedeni bilinemiyor, üstelik Camerlengo Patrick de psikopat bir kişiliğe bürünüyor. Bazı karakterlerin filmde olmamasını, olayların kısaltılmasını anlayabiliyorum ama kitap okuyucularında hayalkırıklığı yaratan bu değişiklikleri anlayamıyorum. Bu öykünün yarısını yutan değişikliği biraz daha derinden irdelemek gerekirse, en azından Melekler ve Şeytanlar için, ortaya özellikle sinema sektöründeki büyük kurumları hoş tutma çabası çıkıyor. Papa'nın bir çocuk sahibi olması (partneri bir rahibe ve her ikisi de Hristiyanlık açısından kesinlikle kirlenmemiş olsa da) yapımcıların filmden hedefledikleri kadar kaymak almalarına mani olacak bir fikir. Bu da bizi başka bir sonuca getiriyor: kâr için özgün bir öyküyü, üstün bir düş gücünün ortaya koyduğu bir eseri istediği gibi yontma hakkına sahip her yapımcı. Melekler ve Şeytanlar izleyiciyi biraz üzse de sonuçta eğlenceli ve etkileyici bir film olmuş. İzlemeyi düşünen herkese, özellikle kitabı okumadılarsa, gönül rahatlığıyla tavsiye edilebilir. Hepinize iyi seyirler ve iyi tatiller. |